Prof. Dr. Ender Fatma Berker, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı’nda 1964–2005 yılları arasında sayısız hasta görmüş, on binlerce tıp öğrencisine ders vermiş ve yüzlerce asistan yetiştirmiştir. 2005 yılında yaş haddinden emekli olduktan sonra da vefatına kadar Amerikan Hastanesi ve Medamerikan Polikliniği’nde hasta bakmaya devam etmiştir.
Kronik ağrı, bel ve omurga hastalıkları üzerine çok sayıda kitap bölümü ve yüzü aşkın yayını bulunmaktadır. 2024 yılında ani bir kalp krizi sonucu hayata veda eden Prof. Berker’in, iki kızı, üç torunu ve bir torun çocuğu vardır.
1938’de İstanbul’da doğan Ender Berker, Modern Türk Üniversitesi’nde Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon branşını kuran Ord. Prof. Dr. Osman Cevdet Çubukçu’nun kızıdır. 1958 yılında Robert Kolej (o dönemde Amerikan Kız Koleji) birincisi olarak mezun olmuş, ardından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girmiştir. 1964 yılında mezun olarak Fizik Tedavi ihtisasına başlamış; 1968’de uzman, 1972’de doçent, 1979’da profesör olmuştur. İki kez Anabilim Dalı Başkanlığı ve iki kez Dekan Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş; uzun yıllar Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Derneği Başkanlığı’nı yürütmüştür. Türk Ağrı Derneği’nin kurucularındandır ve Uluslararası Ağrı Çalışmaları Derneği Türkiye Bölümü Başkanlığı’nı üstlenmiştir. Bilimsel çalışmalarını özellikle ağrı ve omurga hastalıkları üzerine yoğunlaştırmış; kliniğindeki öğretim üyelerinin belirli alanlarda uzmanlaşmasını teşvik etmiştir. Multidisipliner polikliniklerin kurulmasında öncülük ederek bel ağrısı, omurga hastalıkları ve kronik ağrı gibi farklı disiplinleri ilgilendiren durumlarda hastaların ortak değerlendirilmesini ve tedavi kararlarının birlikte alınmasını sağlamıştır.
Ender Çubukçu (Berker), çocukluğunu babasının muayenehanesinde terapistleri izleyerek, boş ilaç kutularıyla oyunlar oynayarak geçirmiştir. Lise yıllarında arkadaşları denize girip eğlenirken her yaz muayenehanede çalışırdı. Hastaların yakınmalarını önceden öğrenir, dosyalarını hazırlar, babasına takdim eder, muayene sırasında yanında bulunurdu. Her hafta terapistlerin, hemşirelerin ve babasının katıldığı hasta değerlendirme toplantılarına iştirak ederek küçük yaşta tıp dünyasının içinde büyümüş, hasta insanların dertlerine tanıklık etmiştir.
Amerikan Kız Koleji’nden birincilikle mezun olduğunda, öğretmenlerinin ve eğitim sisteminin etkisiyle Amerika Birleşik Devletleri’nde hemşirelik okumayı arzuluyordu; çağdaş bir “Florence Nightingale” olma hayalini kuruyordu. ABD’nin prestijli kadın okullarından Bryn Mawr Koleji’nde tam bursla hemşirelik eğitimi görmeye hak kazanmıştı. Ancak babası Prof. Dr. Osman Cevdet Çubukçu kızının doktor olmasını istemekteydi. Onu ikna etmeye çalıştı; öğretim üyesi arkadaşlarını evine davet ederek konuşmalarını sağladı. Ender ikna olmayınca annesi Melahat Hanım, kızına sınava girip boş kağıt vermesini, böylece kazanamayarak hem babasını üzmeyecek hem de hemşirelik hayalinin peşinden gidebileceğini söyledi. Ancak bu plan gerçekleşmedi; Milli Eğitim Bakanlığı’nın aldığı kararla okul birincileri sınavsız olarak istedikleri fakültelere kabul edildi. Böylece Ender Çubukçu, babasının arzusuyla Tıp Fakültesi’ne girmek zorunda kaldı.
Edebiyat bölümünden mezun olduğu için fakültenin ilk yılında fizik ve kimya derslerinde çok zorlandı, hatta fizik dersinden ikmale kaldı. Ancak sonraki yıllarda, özellikle de klinik eğitimine başladığında hekimliğin zevkini keşfetti ve sınıfında her zaman birincilikle ilerledi.
1964’te fakülteden mezun olduğunda ihtisas seçimi konusunda tereddüt yaşadı. Fakülte yılları boyunca hem kadın-doğum hem de fizik tedaviye ilgi duymuştu. Babası, kızının seçiminde tarafsız kalmayı tercih etti. Ender, kadın-doğum kliniğinde geçirdiği yoğun staj günlerini unutamıyordu; doğumların bir parçası olmak onun için büyük mutluluk kaynağıydı. Öte yandan babasının fizik tedavi alanında verdiği mücadelenin yakın tanığıydı. Lise yıllarından itibaren babasıyla birlikte hasta bakmış, alanda ciddi bir bilgi birikimi kazanmıştı. Sonunda babasının izinden giderek fizik tedavi ihtisası yapmaya karar verdi. Ancak babası, jüri başkanı olduğu sınavda kızını değerlendirmeyi doğru bulmadı. Bunun üzerine yakın çalışma arkadaşı Dr. İsmet Çetinyalçın devreye girdi ve sınavda jüri başkanlığını üstlendi. Böylece tarafsız bir jüri ile sınava giren Ender, 1964 Aralık ayında Çapa’da ihtisasa başladı. 1965 Kasım’ında babası klinikte, kollarında aniden vefat edene dek onunla birlikte çalıştı.
Babasının ani kaybından sonra kliniğe kendi emeğiyle kabul edildiğini kanıtlamak için olağanüstü bir çaba gösterdi. Herkesten çok çalışarak, en zor işleri üstlenerek, alçakgönüllülüğü ve gayretiyle saygı kazandı. 1967’de İstanbul Tıp Fakültesi yönetimi klinikleri Çapa ve Cerrahpaşa olarak ayırma kararı alınca, hocası Prof. Dr. İsmet Çetinyalçın Cerrahpaşa’ya geçerken Ender, babasının kurduğu klinikte kalmayı tercih etti. Yıllar sonra, bu kararın doğruluğunu her zaman vurguladı.
Çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilen Ender Hoca, öğrenmeyi ve öğretmeyi hayatının merkezine koydu. 1968’de uzman, 1972’de doçent oldu. Ders anlatmayı, yeni bilgileri paylaşmayı çok severdi. İlginç bir hasta gördüğünde asistanlarını çağırır, vakayı birlikte tartışırdı. Öğretmek onun için aynı zamanda öğrenmenin bir yoluydu. Mesleğinin son gününe kadar bu heyecanını sürdürdü. 41 yıl boyunca üniversitede ders verdi, uzmanlar yetiştirdi, hekimlik ve hocalığıyla örnek oldu.
Karakteri, bilgisi, enerjisi ve insana yaklaşımıyla hem meslektaşlarının hem de hastalarının hayranlığını kazandı. Alçakgönüllü kişiliği, çalışkanlığı ve disiplinli yaşamı herkes için örnekti. Hastalarına egzersizi bizzat gösterir, ailesine de egzersiz alışkanlığı kazandırırdı. 80 yaşından sonra dahi düzenli egzersiz yapmaya devam etti. Yaşamı boyunca her sabah 05.30’da uyanır, özenle hazırlanır, disiplininden hiç taviz vermezdi.
Kitap okumayı çok sever, bin sayfayı aşan İngilizce eserleri keyifle okurdu. 75 yaşından sonra elektronik okuyucu kullanmaya başladı, ayda bir yeni kitap indirirdi. İlgi alanı çok genişti; tarih, sosyoloji, roman… Öğrendiklerini sevdikleriyle paylaşmaktan büyük mutluluk duyardı.
Çocukları ve torunlarıyla vakit geçirmekten büyük keyif alırdı. Onlarla oyunlar oynar, hikâyeler anlatırdı. Torunları ve torununun çocuğu onun yaşamının ışıklarıydı. 85 yaşında, ailesi İspanya’ya taşınınca İspanyolca öğrenmeye başladı. Hocası onun çalışkanlığını hayranlıkla anlatırdı; kısa sürede İspanyolca kitap ve gazeteler okuyacak düzeye geldi.
Meslek onun için hayatının mihveriydi. Hastalarına adanmışlığı, çalışkanlığı ve insani yaklaşımıyla örnek bir hekimdi. Aynı zamanda güçlü bir anne ve anneanneydi. Hayat amacını, babası gibi ayakta kalarak, kimseye muhtaç olmadan, mesleğini son güne dek sürdürerek hayata veda etmek olarak görüyordu.
Vefatından sonra sevenleri, kitaplığında bulunan bir defter sayesinde onun şiir de yazdığını keşfetti. İşte o defterden bir şiiri:
Eğer hayatına damga vurduysan
Ne mutlu sana!
O zaman sen mutluluğu
Taşıdın insanlara
Sana güvenmiş, dayanmıştır insanlar
Ölünce, işte böylesi için ağlarlar
Güzel sözler, böyleleri için söylenir, yazılır
Senin ismin anılara kazınır
Ömrünce mutluluğu
Taşıdıysan insanlara
Ölünce, rahat ol
Ne mutlu sana
Sevgili kızlarım, bu bir ders olsun size
Mutlu olmak için mutluluk
Verin etrafınızdakilere
Prof. Dr. Ender Berker
PROF. DR. ENDER BERKER’İN ARDINDAN
Prof. Dr. Nurten Eskiyurt
‘Bilimsel olarak asistanlarla en çok ilgilenen Ender hocaydı. Ender hoca bir lise öğretmeni gibi bize öğretmeye çalışır, ödev verir, ben onu yetiştiğim lisenin öğretmenlerine benzetirdim. Sonraki yıllarda ‘ Hocam nasıl bu kadar bilgiyi unutmuyorsunuz diye sorduğumda bana ‘Bir gece önceden hazırlanıyorum’ demişti.
Prof. Dr. Emel Özcan
‘Kin tutmazdı insanlara. Çalışana değer verirdi. Ama her şeyden ve herkesten fazla hastalarına önem verirdi. Klinik içerisinde en büyük öncelik hastasınındı, hastası varsa hayat durur, kimseyi kabul etmezdi. Tek başına ne yemeğe gider ne ara mola verir. Hayret edilecek şey. O ufacık kadın yemek yemeden nasıl duruyor. Kronik hastalıklarına rağmen sigara hep içti ve çok içti. Nasıl bu kadar çalışma gücü buluyor kendinde diye çok şaşırırdım. Hastaya egzersizini kendisi öğretir, bir daha geldiği zaman sorar, yapmıyorsa almazdı onu. Niye vakit harcıyor diye düşünürdük biz. Şikayeti olsun olmasın herkesin tansiyonuna bakar, hastaları soyar çıplak, sadece donla bırakır. Erdal İnönü başbakan yardımcısıyken Ender Hoca'nın hastası oldu, fizik tedaviye geliyordu. Hoca bana haber yollamış, Erdal İnönü’yü birlikte değerlendirelim, başka bir tedavi yöntemi uygulayabilir miyiz, mobilizasyon yapıp rahatlatır mıyız diye beni çağırmış. Odaya bir girdim, koskoca başbakan yardımcısı Erdal Bey donla oturuyor, çok şaşırmıştım, güleceğim gelmişti.’
Prof. Dr. Aydan Oral
‘Ender hocamız bize çok şey anlatırdı. Onun vizitlerini unutmamız mümkün değil, onunla vizit yapmak büyük bir ayrıcalıktı. Hasta muayene ederken de bizi odasına alır ve hastaya nasıl yaklaşılır öğretirdi. Son derece destekleyiciydi. Okunacak kaynaklar, yapılacak araştırmalar için fikirler verir, malzeme sağlardı. Yani gerçekten çok değerli harika bir hocaydı.’
Prof. Dr. Cihan Aksoy
‘Ender Hoca her gün çok erken gelir, hasta bakmaya başlardı, ben de sabahın köründe ondan da erken gelirdim, yanında durur hasta muayene ederken seyrederdim. Hastaları tamamen soyar, sütyen kilot bırakırdı. Genel değerlendirmeyi beraber yapardık. Öğretmekten müthiş zevk alırdı, öğretirken gözleri parlar, sesi değişirdi. Gerçek bir öğretmen, müthiş bir hocaydı. Her zaman en yeni bilgileri kitaplardan dergilerden okur bizimle paylaşırdı. Kendi cebinden kliniğe Pain dergisi almıştı. Vizitlerde soru sorar, ama cevabını bilmeyen asistanı hastaların yanında utandırmaz, kişiliğine saygı gösterirdi.’
Prof. Dr. Dilşad Sindel
‘Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanlık eğitimime değerli hocam Ender Berker’in anabilim dalı başkanlığı sırasında başladım. Asistanlık sürem boyunca tüm yaşamımı etkileyecek; mesai saatlerine titizliği, bilimsel yayın takibini, soyarak hasta muayene etmeyi, ihtiyacı olanlara karşılıksız yardım etmeyi, aile ve iş ilişkilerini düzenlemeyi, iyi insan, iyi hekim olmayı kendisinden öğrendim. Hocamın yardımseverliğinin bence en önemli bir göstergesi de sabahları arabasıyla hastaneye giderken evlerimizin önünden geçip Afitap’la beni evlerimizden almasıydı. O zaman hocamızdı, Anabilim Dalı Başkanımızdı, ama asla onlar asistan ben hocayım diye düşünmezdi, sürünsünler asistanlar demezdi.’
Prof. Dr. Serdar Erdine
‘Ender hanımın özgeçmişinde onu diğerlerinden birçok anlamda üstün kılan özellikleri vardı, ama kendisi onları hiçbir zaman ön plana çıkarmayı sevmezdi. Her zaman çok sevecendi. Genç meslektaşlarına karşı son derece mütevazi davranırdı. Yaşam biçimiyle, davranış biçimiyle, ona çok yakışan hanımefendiliğiyle örnek bir insandı. Bir bilim insanı olarak Fizik Tedavi ve Rehabilitasyonun gelişmesi, diğer dallarla olan ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturması için büyük çabalar gösterdi.’
Prof. Dr. Resa Aydın
‘Prof. Dr. Ender Berker benim için yalnızca değerli bir bilim insanı ve saygıdeğer bir öğretim üyesi değil; meslek yaşamım boyunca örnek aldığım bir hocaydı. Asistanı olarak hekimliğin inceliklerini, iyi bir hocanın ve iyi bir insanın nasıl olunacağını her gün yaşayarak öğrendim; sonrasında öğretim üyesi olarak aynı sorumluluğu onunla paylaşmanın onurunu yaşadım. Ender Hoca’yla birlikte Çubukçu Araştırma Yarışması’nı şekillendirdik; her Eylül sempozyum hazırlıklarını kendisiyle istişare etmek geleneğimizdi. Son üç yıl öncesine kadar jüride bizzat görev aldı; son yıllarda ise sempozyum ve yarışmanın onursal başkanı olarak aramızdaydı. Onu klinikte görmek tüm kürsü için büyük sevinçti. Ender Hoca’nın en hayran olduğum yönü, öğrenmeye bitmeyen aşkı ve en yeni bilgileri büyük bir heyecanla paylaşmasıydı. İstanbul Tıp Fakültesi FTR Anabilim Dalı’nı kuran Ord. Prof. Dr. Osman Cevdet Çubukçu’nun kızı olan hocamın asistanı olarak yetişmek ve bu köklü kürsüde hizmet vermek hayatımdaki en kıymetli değerlerden biridir; bu mirası sonraki kuşaklara aktarmak için her zaman çaba gösterdim.’
Prof. Dr. Ayşegül Ketenci
‘Kongrelere gittiği zaman sabah ilk oturumdan başlayarak akşama kadar en ön sırada oturup toplantıları dinler, her zaman soru sorar, yorum yapardı. Dönünce öğrendiklerini bir seminer halinde hazırlar, herkese anlatırdı. Genelde de her hafta Pazartesi sabahı vizitte bize ‘Çocuklar hafta sonu bir yazı okudum, çok beğendim, ben size yarın sabah bunu anlatayım.’ der, ertesi gün hepimizi toplar ilginç bulduğu konuyu bir sunum hazırlayıp bize anlatırdı. Ömrü boyunca öğrendiklerini anlatmayı çok sevdi. Ender Hoca bize bütüncül bakış öğretti. Ben onunla hasta muayene ederken, beli ağrıyan hastanın safra kesesini, dalağını, böbreklerini de muayene etmeyi, kalçasına, damar sistemine de bakmayı öğrendim. Bunları yapmazsanız bu muayene eksik kalır derdi.
Başka tıp dallarıyla birlikte çalışma anlayışını da Ender hoca kendi kişisel ilişkileriyle kurmuştur. Biz 10 yıl boyunca bir çok farklı klinikten hekimlerle birlikte aynı hastaları ortak muayene ettik, tedavi kararlarını birlikte verdik. Fizik tedavi, algoloji, ortopedi, beyin cerrahisi, psikiatri ortak bir form oluşturduk, ayda bir gün toplandık, hastaları tartıştık, tedavi protokolü oluşturduk. 10 yıl boyunca Çapa’da böyle çalıştık, o kadar ki artık diğer hastanelerden zor vakalarını bizim toplantılara getiriyorlardı. Bütün bunları Ender Hoca kurdu, o ilişkileri düzenledi, biz devam ettirdik.’
Prof. Dr. Nazan Canbulat
‘Ender Hoca tek başına bir üniversite eğitimiydi. Ben hocalığın ne demek olduğunu Amerikan Hastanesi’nde onunla çalışırken öğrendim. Bir hasta hakkında soru sorduğumda literatür önüme getirip verirdi. Her zaman okumaya devam etti ve okumamıza örnek oldu. Hastaneye başladığım yıllarda 2 yıl kadar beni taşıdı. Arabayla beni evimden alır götürür, geri bırakırdı. O yolculuklarda hastaları tartıştık, makaleler tartıştık, bana yemek tarifleri anlattı, hatta evindeki yardımcısı Ayten hanımı da bana da gönderdi.’
Prof. Dr. Önder Çerezci
‘Amerikan Hastanesi’ne bilimsel bir nitelik kazandırmak için vargücüyle çalıştı. Hem kendisi hem de tüm departman hekimlerinin bilimsel araştırmalara katkıda bulunması için çabaladı. Bu sayede ortopedik rehabilitasyon (2009) ve el rehabilitasyonu (2013) alanlarında fizik tedavinin öncülük ettiği iki özgün kitap yazıldı, özgün rehabilitasyon protokolleri geliştirildi, ulusal ve uluslararası kongrelerde bildiriler sunuldu ve çalışmalar ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlandı. Ender Hoca Amerikan Hastanesi’nde muazzam bir akademik ortam yarattı. Bir yandan da hastaları ile kurduğu empati ve eşine az rastlanır hekimliği ile yanında çalışan genç hekimlere örnek oldu, onların profesyonel kimliklerinin en iyi şekilde oluşmasını da destekledi. Çalışan herkesi buradan emekli olacakmış gibi görür ve kuruma bağlanmalarını isterdi. Hasta randevularının dikkatlice ve titiz bir şekilde verilmesini ister, çok gerekli olmadığı sürece aradan hasta almazdı, çünkü her hastaya gerektiği kadar zaman ayırabilmeyi istiyordu. Kapıda çok bekletildikleri için sinirlenen ve içeri kızgınlıkla giren hastalar bile onun muayenesinden sonra ‘Bekledik ama değdi, şimdiye dek çok hekime gittik ama böyle muayene görmedik’ derlerdi. Ender Hoca hastanın ne şikayeti olursa olsun mutlaka iç çamaşırları kalacak şekilde soyar, tepeden tırnağa muayene ederdi. Bazı hastalar bunu yadırgar, ama o bu davranışıyla hastaya hasta bir bütündür mesajını verir, şikayetinin dışında postüründen bacak boyu kısalıklarına, doğumsal kas iskelet sistemi farklılıklarına kadar her anomaliyi tespit ederdi.’
Fizyoterapist Dr. Hanifegül Taşkıran
‘Kimin derdi varsa Ender hocaya koşardı. Sadece ben değil, herkes, kimin ne derdi varsa. Kürsü başkanı olmadığı zamanda da öyleydi, kürsü başkanlığın ötesindeydi. Bir şeyi çözmeyi gerçekten yürekten bir şeye ulaşmayı istiyorsak önce Ender hocaya gidiyorduk. Ender hoca’nın dekan yardımcısı olduğu dönemleri de hatırlıyorum. Bir gün ‘Hocam dekan yardımcısı oldunuz. 2-3 gün öğleden sonra burada yoksunuz. Biz sizi arıyoruz’ demiştim ona. ‘O da görev, onu da yapmam lazım’ demişti. Hep koşturuyordu.’